Karbon emisyonlarını azaltmak artık sürdürülebilirlik vizyonunun bir parçası değil, yasal bir zorunluluk. Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakatı (European Green Deal), Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (CBAM) ve Ormansızlaşmayı Önleme Yönetmeliği (EUDR) gibi kapsamlı regülasyonlar, şirketlerin tedarik zincirlerini daha şeffaf ve izlenebilir hale getirmesini şart koşuyor. Bu dönüşüm, çevresel fayda sağlamanın yanı sıra ihracat süreçlerinde AB pazarına giriş için bir ön koşul haline geliyor. Artık karbon ayak izini ölçemeyen, izleyemeyen ve raporlayamayan şirketler, küresel rekabette geri kalma riskiyle karşı karşıya.
Yeni regülasyonlar neyi zorunlu kılıyor?
Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın ana hedefi, 2050 yılına kadar AB’yi karbon nötr hale getirmek. Bu hedef doğrultusunda yürürlüğe giren CBAM ve EUDR gibi düzenlemeler, tedarik zincirinde karbon izleme ve sürdürülebilirlik kriterlerini doğrudan etkiliyor.
CBAM (Carbon Border Adjustment Mechanism), çimento, demir-çelik, alüminyum, gübre ve elektrik gibi karbon yoğun sektörlerde AB’ye ithal edilen ürünlerin karbon ayak izinin hesaplanmasını ve bildirilmesini zorunlu hale getiriyor. Bu uygulama, 2026 itibarıyla finansal yükümlülükleri de beraberinde getirecek.
EUDR (EU Deforestation Regulation), ormansızlaşma kaynaklı ürünlerin (örneğin kakao, kahve, soya, palmiye yağı) tedarik zincirlerinin sürdürülebilirlik ilkelerine uygun olması, ormansızlaşmaya neden olmadığının kanıtlanması ve tam izlenebilirlik sunması gerektiğini belirtiyor. 2025 yılı itibarıyla geçerli olacak bu düzenleme, tüm AB ülkelerinde uygulanacak.
Karşılaşılan zorluklar
Yeni regülasyonlara uyum sağlamak, şirketler için hem operasyonel hem de teknolojik açıdan çeşitli zorluklar barındırıyor. En önemli sorunlardan biri, tedarikçilerin emisyon verilerini zamanında ve eksiksiz bir şekilde paylaşmaması nedeniyle karbon hesaplamalarının sağlıklı yapılamaması. Bu durum, şeffaflık ve izlenebilirlik konularında da sıkıntı yaratıyor çünkü tedarik zincirinin tüm halkalarında dijital takip sistemlerinin olmaması, ürünlerin kaynağını ve üretim süreçlerini izlemeyi zorlaştırıyor. Ayrıca, bu dönüşüm süreci önemli bir finansal yükü de beraberinde getiriyor. Yeni sistemlere geçiş için yapılması gereken teknoloji yatırımları, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler açısından ciddi maliyet kalemleri oluşturuyor. Tüm bunlara ek olarak, karbon ayak izinin tedarik zincirinin farklı noktalarında izlenmesi gerekliliği, operasyonel süreçleri daha da karmaşık hale getiriyor ve yüksek düzeyde koordinasyon ihtiyacını beraberinde getiriyor.
Riskten fırsata
Şirketler bu dönemi yalnızca bir yükümlülük olarak görmek yerine, stratejik fırsatlar yaratacak şekilde değerlendirebilir:
ERP sistemlerine entegre edilen karbon muhasebesi çözümleriyle, üretim ve lojistik süreçlerinden kaynaklanan emisyonlar gerçek zamanlı olarak izlenebilir ve raporlanabilir.
Blokzinciri, yapay zeka ve IoT gibi dijital teknoloji çözümleriyle tedarik zinciri boyunca tam izlenebilirlik sağlanabilir. Özellikle dijital tedarikçi platformları, sürdürülebilir tedarik zinciri yönetimini kolaylaştırır.
Tedarik zinciri ortaklarının regülasyonlara uyum sağlaması için tedarikçi eğitim programları düzenlemek, sistemin bütüncül işlemesini destekler.
Alternatif yakıt kullanımı, rota optimizasyonu ve hafif ambalajlama çözümleri gibi yeşil lojistik uygulamalarıyla karbon emisyonlarını önemli ölçüde azaltmak mümkün hale gelir.
Sonuç olarak…
EKOM Grup olarak, POSM lojistik süreçlerinde sunduğumuz hizmetlerle markaların bu yeni döneme hazır hale gelmesine katkı sağlıyoruz. Sürdürülebilirliği sadece bir kavram olarak değil, lojistik operasyonlara entegre edilen somut bir değer olarak görüyoruz. AB pazarına ihracat yapan şirketler için bu regülasyonlara hızlıca uyum sağlamak, yalnızca bugünün operasyonel başarısı için değil, uzun vadeli iş sürekliliği açısından da kritik önemdedir.