Küresel tedarik zincirleri, iklim krizi, artan yasal düzenlemeler ve yatırımcı baskıları gibi nedenlerle eşsiz bir dönüşüm süreci yaşıyor. Sürdürülebilirlik artık sadece çevresel bir duyarlılık değil; aynı zamanda tedarik zinciri stratejilerinde rekabet avantajı sağlayan stratejik bir unsur olarak konumlanıyor.
Şirketler, kaynak tüketimini azaltmak, karbon emisyonlarını düşürmek ve toplumsal etkiyi minimize etmek kadar; regülasyonlara uyum, yatırımcılar nezdinde şeffaflık ve tedarik zinciri dayanıklılığı gibi alanlarda da adım atmak zorunda. Peki, sürdürülebilir tedarik zinciri ne anlama geliyor ve şirketler bu alandaki riskleri fırsata nasıl dönüştürebilir?
Yeni dönemin tedarik zinciri beklentileri
KPMG’nin 2024 yılında yayımladığı bir rapora göre, şirketlerin %71’i sürdürülebilir tedarik zinciri stratejilerini gündeminin ilk sıralarına taşımış durumda. En çok odaklanılan alanlar ise karbon emisyonlarının izlenmesi, tedarikçi performansının sürdürülebilirlik kriterlerine göre değerlendirilmesi ve operasyonel verilerin şeffaflığını artırmak olarak öne çıkıyor.
Türkiye’deki şirketler için de Avrupa Yeşil Mutabakatı, SCOPE 3 gibi uluslararası emisyon raporlama standartları ve AB Sürdürülebilirlik Raporlama Yönetmeliği (CSRD) gibi yasal düzenlemeler, ihracat yapılan pazarlarda rekabetçi kalabilmek için yeni sorumluluklar doğuruyor.
Karşılaşılan zorluklar
Veri şeffaflığı ve izlenebilirlik eksikliği: Tedarik zincirinin farklı halkaları arasında sürdürülebilirlik verileri genellikle tutarsız, manuel ve standart dışı biçimlerde toplanıyor. Bu durum, izleme ve raporlama süreçlerini yavaşlatıyor ve karar almayı zorlaştırıyor.
Tedarikçi değerlendirme sistemlerinin eksikliği: Pek çok şirket, tedarikçilerini yalnızca maliyet ve teslimat performansı üzerinden değerlendiriyor. Oysa çevresel etkiler, işgücü hakları ve enerji kullanımı gibi sürdürülebilirlik kriterlerinin entegrasyonu büyük ölçüde eksik.
Yatırım ihtiyacı: Dijital izleme sistemleri, sürdürülebilirlik raporlama altyapısı, yenilenebilir enerji geçişi ve sertifikasyon süreçleri gibi alanlar önemli finansal kaynak gerektiriyor. Özellikle KOBİ’ler için bu yatırımlar kısa vadede zorlayıcı olabiliyor.
Riskten fırsata: Ne yapılabilir?
Dijital şeffaflık sistemleri: Gerçek zamanlı veri toplayan, entegre panellerle izlenebilirlik sağlayan ve raporlamayı kolaylaştıran dijital platformlar; hem yasal yükümlülüklerin karşılanmasını sağlar hem de operasyonel verimliliği artırır.
Tedarikçi entegrasyonu: Tedarikçilerin sürdürülebilirlik konusunda eğitilmesi, performans kriterlerine dayalı sözleşmelerin oluşturulması ve ortak sürdürülebilirlik hedeflerinin belirlenmesi; zincir genelinde uyumu güçlendirir.
Yenilikçi taşıma çözümleri: Karbon emisyonlarını azaltmak için elektrikli araçlar, biyoyakıt kullanımına yönelik altyapı, rota optimizasyon yazılımları ve yeşil lojistik stratejileri hayata geçirilebilir.
Döngüsellik ve geri dönüşüm: Ambalaj, taşıma ekipmanları ve depo süreçlerinde tekrar kullanım ve geri dönüşüm esaslı çözümler geliştirilerek kaynak kullanımı azaltılır. Bu yaklaşım aynı zamanda atık yönetimi maliyetlerini de düşürür.
Sonuç olarak…
Sürdürülebilir tedarik zinciri uygulamaları, şirketlerin hem riskleri azaltmasını hem de yeni fırsat alanları yaratmasını sağlıyor. Sürecin odağında ise veriyle desteklenen şeffaflık, tedarikçi uyumu ve teknolojik altyapı yer alıyor.
EKOM Grup olarak, sürdürülebilirlik ilkesini yalnızca bir hedef değil, tüm operasyonlarımızın merkezine yerleştiriyoruz. Lojistik ve tedarik zinciri yönetiminde bu dönüşümü destekleyen çözümlerimizle, müşterilerimizin bugünün ve yarının beklentilerine yanıt veriyoruz.